2 Ocak 2012 Pazartesi

Daçka Kültür Sanat fanzini 2.sayı; Şehr-i İstanbul



Şehr-i İstanbul


2011

-----------------

Stars of Istanbul ve Daçkalı kardeşlerimizin tasarımı People of Istanbul adlı yıldız.

Lise son  sınıf öğrencilerimizden Emre  Can Adıyaman ve Merve Acar, dünyaca ünlü tasarımcımız Aziz Sarıyer'in insanı  temsil eden bir b köşeli yıldız tasarıyla başlayan ve şuanda İstanbul'un her tarafında çeşitli firmaların desteği ile insanlığa ve düşünceye dair mesajlarıyla UNICEF'e katkıda  bulunan ve çevreyi süsleyen, "dur da bir düşün!"  dedirten yıldızlardan birinin tasarımını yaptılar.  Şu anda lise son  sınıfta okumakta olan Daçka’lı kardeşlerimiz Emre ve Merve, farklı kültürlerin bir arada yayabildiği h görü bir dünyayı Istanbul’un lzlarından birinin üzerine resmetti. “People of Istanbul” adlı yıldız LCW firmasının  sponsorlunda sergileniyor.

“Çocukların  geleceği parlasın” hareketine dikkat çekmek için düzenlenen geniş çap bir sokak sergisi  olan Stars of Istanbul bir ilki gerçekleştirerek Birlm Milletler ile UNICEF'in hedefi olan '2015'e kadar  Temel  Eğitimsiz Çocuk  Kalmasın' hedefine öncülük  etti. Basında da çok ses bulan  ve böylesi önemli bir misyona sahip  hareketin içinde bulunan Daçka'lı kardeşlerimizi Daçka  Kültür Hareketi  olarak  gölden kutluyoruz! (detaylı  bilgi için: http://www.starsofistanbul.com/)

-----------------

İstanbul,
Nankör kedileri  çok seven şehir
Sadık köpeklere ise zehir



İstanbulu İstanbul yapan nedir? Tarihi tabii ki” diye cevapladığınızı duyar gibiyim. Ozaman 75 milyonluk ülkenin yüzölçümsel olarak 140ta 1i iken, nüfusunun ülkeye oranının 5te 1i olmanı ülkece tarih sevdamıza bağlıyorsunuzdur. Lakin İstanbulu İstanbul yapan umuttur.Çukurovalı çiftçiye tarlasını toprağını sattırıp, ata diyarından göçtüren, Harran marabanın inek alabilmek için dengini toplayıp Taşı toprağı altın diyorlar, para biriktirip dönerim” dedikten sonra şehrin yollarına şüren, kaosun içinde kaybolup, bir daha geri nememesinin hikayesidir İstanbul. Bir akrabasının yanına yerltikten sonra şehri tanır ve Yeditepelerin herhangi birinin üzerinden Der Saadetin güzelliğini izlerken, meşhur film repliklerinde olduğu gibi şehri inleterek olmasa da, içinden sessizce birkaç sözcük dökülür; “Sana yenilmeyeceğim İstanbul”.

Oysa ki çoktan yenilmiştir. Bu kaybedilmiş bir savaştır. Bilmez ki bu şehir onun gibilerle beslenir. Saf ylüyü yer, midesindeki asitlerle yapatronu zengin olsun diye boynu önde, sosyal güvencesiz, karın tokluğuna çalışan, başını kaldırdığı an işsiz kalıp, aç dolaşan, atölye makinelerine kolunu, bacağını yediren,kot taşlarken akciğerleri iflas eden zavallıyaçevirir. Ya da hırsızlıkyapan, bıçak çeken, yol kesen şehir eşkıyasına dönüşmeye zorlar. Ama yenilgiyi kabul etmez Anadolu insanı. İstanbulu tarihi boyunca çok kral kuşatmıştır ama Anadolu insanının pes etmemesi fethetmiştir şehirlerin şehrini.

Evlenir, çenesini kapar, kolunu makina kapar, gece günz karın tokluğuna çalışırlar. Bir çocukları olur. İşte o zaman İstanbula yenildiklerini fark ederler. Çünkü yeni bir umutları vardır. Artık kendi hayatları için endişe etmelerine gerek yoktur. Evlatları için yaşarlar. Ona tembihlerler, Aman oku oğlum, biz okumadık da bak ne oldu şimdi”.

Biz İstanbulu hep Kız Kulesi, Ayasofya, Topkapı Sarayı gibi cansız varkların tarihiyle, hikayeleri ve efsaneleriyle severiz. İnsanlar da hep ohikayeleri dinlemek isterler. Ama bu şehri cazibe merkezi yapan herzaman para ve stratejik konumu olmuştur. Bu kadar para etmese İstanbul, ne Bizans Ayasofyayı dikerdi, ne de Fatih İstanbulu fethederdi. Ben acemi kalemimle İstanbul hakkında bu yazıyı yazarken, azıcık da olsa üzerinde yaşayan küçük insanlardan bahsetmek istedim. Çünkü İstanbulun en büyük güzelliği, o küçük insanların umududur.

Emre Sarı
DŞ 2007

-----------------
İSTE AN BUL
  Sırf siz çok görmekten sıkılmayın diye denizi saklayan denize paralel sokakları, sonra taşı, toprağı, yine taşı, martıları, biraz yeşilliği ve tabii ki yine denizi…

 Klişeleri olan, klişelerle karnını doyuran boğazı…

 Görkemini kargaşayla besleyen düzensizliğin düzeni, nice aşk hikayesinin arka fonu, dört mevsimin her birinin tek tek dekoru… Kadı kızının kusuru ve rakı bardağının içindeki şehir hatları vapuru...

 Batının ahlaksızlığı, doğunun ahmaklığı, cennetin kalabalığı ve cehennemin tenhalığı…

 Üstünde bir dönem nefes almış her bedenin ciğerlerine işlemiş, ciğerlerinden bir parça almış havasının, daha ilk nefesinizde gözlerinize sepya bir perde çektiği  hafızası.

                        Öncesi, şimdisi, sonrası hatta hepsi;                                                                       
  Yeter ki  İste, anını bul.

Fati Ürkündağ
DŞ 2005 
---------------


Çocuk umutların kalemtıraşı İstanbul...
Kurşun kalemle  yazılan  hikayeler biriktirir insan İstanbul'da;
Bazen  karbonun kağıda  tutunası gelir, bazen de soluk aldıa İstanbul, yazılar silikleşir.
Ama İstanbul bu… Bilemez  insan;  gün gelir kurşundan kalemlerimizi kalemtıraş gibi sivriltiverir.

Bir de soluk dediğin diyaframdan alınmalı, ciğeri şişirmeden... midede sindire sindire...

Nazım  Hikmet ltür Merkezi, Kış Bahçesi, Kaköy, 29  Aralık 2010
*Fotoğraf-Çengelköy Çınaraltı 2007
Hilal Sarı
DŞ 2003

---------------
İstanbuldan mektup var...
Geekti okudukla ve şöyle diyordu;
Nisan 1894, Istanbul

Sabah sımsıkı kapalı perdelere aldırmadan içeri doluveren güneşle uyandım.  Misafir edildiğim ev şehrin Avrupa tasında, Asya kıtasına bakan bir tepede. Zaten tepeler her yerde bu şehirde. Her bir tepenin de, ne hikmetse, bir yüzü açık. Önü kapatan başka tepe yok. Yok inip  çıkmaktan belim büküldü.  Boğaziçi dedikleri büyük su kanalı bir noktasında haliç yapıyor. Haliç sanki boğazın Avrupayı Asyadan ayırması gibi Avrupa kıtası ikiye ayırıyor. Kaldığım evin penceresinden hem Asyayı hem  de Avrupanın içine vrılan bu suyolunu görebiliyorum. Nefes kesen coğrafi bir olay bu...

İnsan böylesbir olağanüstülük kaısında, hele sabah güneşi ile, şaşırıp kalıyor. Karşıda, Asyada değil  benim bulundum Avrupa tasının öbür karşısında, denizin bitip boğazın başladığı noktada suyun içine doğru uzanan inaı bir kara parçasında eski sultanların yaşadığı büyük saray var. Hemen arkasında Saint Sophia. rkler buraya diyorlar. Eski  ama öyle böyle değil,  neredeyse Hıristiyank kadar eski bir Ortodoks katedrali. rkler burayı camiye çevirmişler. Ama nasıl çevirme! İki minare dikip iki yanına,  adı da, sözüm ona değiştirip,  Ayasofya yapmışlar. Sanki onlar bile gölsüzmüş oranın kimliğini tümden değiştirmeye. Sanki değiştirmemişler de süsleyerek biraz daha kendi varlıklarına ait olabilir yapmışlar. Zira cami desen  değil,  kilise  desen, papa yok içinde, o da değil.  Hepsi bir arada bir zel  anıt rklerin de içine  sinmemiş olacak ki tam kaısına akıl almaz güzellikte bir cami yapıvermişler.

Adına Sultanahmet diyorlar. Cevdet Paşanın söylediğine göre adı , yaptıran sultandan ayormuş. İstanbulun neresinden bakarsanız bakın eğer Ayasofyayı görüyorsanız Sultanahmeti de görürsünüz. Ya da tam tersi, Sultanahmeti görüyorsanız Ayasofyayı da görürsünüz. Birinden biri eksik olsa bu kadar keyiflolmaz herhalde. Bizim oralarda birbirine bu kadar karşıt ama bu kadar bir arada,  birbirini güzelleştirerek var olabilen şeyler görmedim
Birbirine bu kadar karşıt ama bu kadar bir arada İstanbul için 100 yıl evvesöylenmişçesine kurgulanan bir söylem. Yüz küsur yıl sonra bu karşıtlık derinleşerek çeşitliliği çoğalmış. Bu karşıtlık yakın coğrafyanın en kaotik şehri için, kurgunun ötesine gip,  her sabah, her öğle, her akşam, şehrin ve zamanın her anında kör gözüme parmak gerçekliğimiz oluveriyor. Peri masallarının yanında sokak vüşlerine, köpüklerin temizlediği suyun parlaklığından çöp dağlarına, senfonilerden kakafonilere sürekli geçler yaptığımız bir blues baladı. Adına da ne derseniz deyin; İstanbul. Konstantinopolis, İstanpol hepsi bir. Sizi her gün  defalarca öldürüp dirilten, hoyratça seven bir habis aşık. Benim için sanatın başkenti. Benim için Fatih Çarşambada okul kütüphanesinde manzarasına bakmaktan kitap okuyamadığım çocukluğum... Biraz Orhan Velinin şişesi, Sait Saikin poyrazı, Tevfik  Fikretin sisli  laneti, Nazımın çınar mavi limanı… Hepsinden öte, ısrarla birbirini zelleştirerek var olabilmenin sanatı.


Süleyman Özcan

DŞ '93
---------------

Sıkışmış Galata 


Galata'nın çocukları
Gizem Balkan DŞ 2009

--------------------

İstanbul neymiş? Daçkalı İstanbul'a dair ne demiş?

İstanbul'da bugün bulutlar çok güzel
ve hava soğuk
 benim için.
senin için bir nefes daha aldım biraz önce,
kucağında ağlamaya uygun bir yer varsa

söyle İstanbul'a da o ağlasın kucağında
belki kokun üzerine siner de,
bütün İstanbul sen kokar sokaklarında…

Emre Coşar 
DŞ 2002

--------------------


H’İstanbul


ağır abisidirler
boğazın;
anadolu hisarı
ve rumeli hisarı...

kızkulesi`ne sarkmasın diye
karadeniz`den inen zirzoplar,
kulaklarını çekerler
iki taraftan...


Kadir Deniz 
DŞ '82
--------------------


Bekliyorum Seni İstanbul'da
 
Şüphesiz sabahın körü,
Sahilde kimseler yok.
Bir ben varım, bir de ayak izlerin,
Özledim seni...
Uzaklarda kuleler görülür bu şehirde,
Martılar şarkılar söyler.
Bense avunurum batan güne doğru,
Çınarlara yaslanır, bulurum mutluluğu...
 
 Bekliyorum seni İstanbul'da.
 
Yağmurlu bir saçak altında beklerim,
Yere düşmeyen her damlada hatırlarım seni.
Sevgiye açan çiçekteki sesim,
Hep çağıracak seni.
Bu kuleler, bu martılar, bu çınarlar durdukça,
Her sabah yeniden uyanıp,
Seviyorum seni...
 
Bekliyorum seni İstanbul'da
 
Aşklar geçti, 
Dostluklar geçti üstünden,
Yine de doğdu bu yürek,
Her sabah.
                                                                                     
H. Erhan Çekiç 
DŞ '93

--------------------
Yıllardır Görmediğim İstanbul, Kentim!

Yıllardır görmediğim İstanbul,
Kentim!
Başkalarının kenti olmuşsun artık.
Doğum sonrasıymışçasına şişman,
Yıllarca aç gezmişçesine obursun.
“Yine de İstanbul’umsun”
Demek isterdim,
Diyemiyorum.

Köprülerin, tıkanmış;
Yıkılmış, tarihin;
Gökdelenler dikilmiş manzaralarına.
Dünya kenti olmuşsun diyorlar,
Ben sana bir şey söyleyeyim mi,
Bu kadar çirkinlikle,
Almazlar onlar seni aralarına.

Mesafelerin uzamış İstanbul.
Avrupa’ndan Asya’na
Sayamadım
Ne kadar saatte varabildim vara vara.
Eskiden değildin böylesine uzak,
Değildin böyle tıka basa dolu, balık istifi, tıkalı.
Öpüyordum neredeyse yine de,
İstiklal tramvayını,
Kaçak binen çocuklar ile.

Zaman makinesine bindirdi beni Devrim hocam,
Eskiden böyle değilmişsin, öyle dedi,
Ben de öyle dedim.
Sen ilk sarhoşluğumun kenti,
İlk aşkımın,
İlk aşksızlığımın,
Yalnızlığımın kimi zaman,
Kimi zaman kalabalıklığımın.

Şimdi beni 3-5 lira para basana
Şiirler döktüren İstiklal şairine yakıştırma.
Akçeli işlerden bağımsız sevdim ben seni;
Şimdi ise
“Sevemiyorum seni, çok istesem de” diyorsam,
Ekmek vermediğinden değil bana,
Kan doğrandığından ekmeğine.

İstanbul’um, bir yandan, eskisi gibisin,
Yalıların, villaların, gökdelenlerin,
Gecekonduların, barakaların kentisin.
Söyle, seni sevenler,
Nerenden sevsin…

Bir yandan, bir başkasın,
“Bir bukelamun!” denilebilir senin için,
Seni yönetenlerin rengini almışsın,
Ezenlerin rengini.
Yönetilenlerin rengini al artık,
Ezilenlerin de rengini.

“Boşuna çekilmedi bunca acılar”
Diyenler oldu sana,
Boşa çıkarma şimdi sen bu acıları.
“Ayağa kalk (…) At üzerindeki yorgunluğu”
Diyenler oldu sana,
Utandırma şimdi sen çocuklarını.
Kalk ve “başkenti olmam ben ezenlerin” de!
“Rengini almam ben ezenlerin” de!
Kollarını aç bize yeniden, yeniden kentim!
Senden geldim ben ve elbet sana gideceğim.

İlklerimin kentisin,
Olacaksın sonlarımın da,
Sende vereceğim son nefesimi,
Ve anlatacağım gelecek kuşaklara,
Dün nasıldın, şimdi nasılsın.
Uzun yaşayacağım bunun için, upuzun,
Anlatmak için onlara.
Ve kimbilir nasıl olacaksın gelecekte.
Kır düşerken saçlarıma benim,
Düşecek mi seninkine de?
Bilmem ama bunu bilecek kadar upuzun
Yaşama inadıyla,
Yazıyorum, yazdıklarımla,
Senin kadar uzun yaşamak için.
Yaşayayım diye, öldükten sonra da,
Yazdıklarımla, okuduklarımla.

İstanbul’um, dünya kenti olma sen,
Bizim kentimiz ol,
Böyle daha güzelsin.
Sevecen ol eskisi gibi,
Böyle daha çok sevilirsin.
Sevindir seni sevenleri,
Böyle daha çok sevinirsin.

Ve seni çirkinleştiren o uzmanlara,
Sana yeni kentler konduranlara,
Şişirenlere boğazını,
O şehir plancılarına, mühendislere, mimarlara,
Müteahitlere, başkanlara, ağalarına, paşalarına,
“Hayır” de artık, “hayır” de İstanbul!
“Evet” dedin herkese, böyle oldu İstanbul,
Öğren artık “hayır” demeyi İstanbul!

Yıllardır görmediğim İstanbul,
Kentim!
Başkalarının kenti olma, yetti gayrı.
Doğum öncesindeymişçesine doğurgan ol,
Tokmuşçasına az tüket insanlarını.
“Yine de İstanbul’umsun”
“Umudumuzsun!”
Demek istiyorum
Ve diyorum.


Ulaş Başar Gezgin
2 Kasım 2011, Hoan Kiem, Hanoi, Vietnam


--------------------


                                                           Prag
İKİ GÖZÜM                                               
Nefesim kesilerek dolaştığım sokaklarında,
Sendin.
Kapılar, kapı ardına açılan,
Maviliklerle kucaklaştıran, inadına vazgeçemeyen
senden
Bendim.
Ayakkabılarımdaki çamurunu silesim gelmiyor.
Gömleğimin yakasında tozun ve terin.
Seni düşünüp, seni seviyorum.
Sevişmelerim soluksuz, soluk soluğa.
Bana eziyetini dahi özlüyorum.
İllaki maviliğin, çıkmaz sokakların bile
çıktığı,
İllaki masmavi, iki kıta aralığın.
Başımda döndürüp içime çektiğim.
Gecem, gündüzüm, kaderine dertlendiğim.
7’ler yedisi, yedilerin bir tanesi,
İçinde tanker yüzdürdüğümsün.
Bir simit, bir martı.
Sonsuza erişebildiğim,
Bir çok çeşmeden, iki gözümsün.....

Süleyman Özcan 
DŞ '93

--------------------

İstanbul Sırılsıklam, ben de…
İstanbul’a durup da söyleyeceklerim var benim de
O İstanbul vakit bulup da
Beni dinlerse,
Kulak verirse dediklerime eğer.
Yapma,
Yapma etme be İstanbul
Kapılmış da gitmişiz senin yoluna.
Yüreklerimiz yanmış,
Tutuşur olmuş senin kara sevdanla
Amma İstanbul
Sırılsıklam ettin sen beni.
Nedir bu gaddarlık, bu ne insafsızlık
Sırılsıklam ettin İstanbul sen beni
Gecenin bu saatinde
Kapkaranlık sokaklarında yürümekteyim bir başıma
Sırılsıklamım ben şimdi
Sormayın dostlarım hiç halimi
Ne olur sormayın.
İstanbul adeta ağlamakta şimdi üzerime
Her taraf sırılsıklam
İstanbul yarine sırılsıklam aşık
Ben de İstanbul’a sırılsıklamım
Ben de İstanbul’da, bağrındayım onun şimdi
Kafam darmadağınık,
Gönlüm sanki daha bir hoş!
Sırılsıklamım dostlar,
İstanbul’la olmuşum sarmaş dolaş
İstanbul yarine vurgun,
Ben ise İstanbul’a sırılsıklam
Hem de sırılsıklam

Dr. Fikret Dündar 
DŞ '60

--------------------





Yaz yaz bitmeyecek bir tarih İstanbul'unki. Yedi tepesinde yedi milyon uygarlık yaşamış, yaşanmışlık bırakmış. Nüfus kağıtlarımızda ya da ikametgah belgelerimizde ya da posta adreslerimizin son mısrasında çoğu zaman farkında olmadan iliştirilmiş olan şehir, İstanbul, romanların, özellikle tarihi romanların en nadide örtülerinden biri olmuştur hep. Ama polisiye? Canice işlenmiş gizemli cinayetlerin örtüsü olursa şehir? Surlarıyla dehlizleriyle, bin yıllık dikilitaşlarıyla, kiliseleriyle, beş yüz yıllık camileriyle, külliyeleriyle, yüz yıllık cumhuriyetiyle bir ölüme tanıklık ederse şehir? 
Yazmaktan usanmayan - iyi ki de usanmayan- ve polisiye romanlarıyla gün be gün artan bir okur kitlesine sahip Ahmet Ümit'in son romanı "İstanbul Hatırası" olur! Sizi içine çekme katsayısı bir yana, anlattığı İstanbul ve İstanbul'un binlerce yıllık tarihindeki diğer çehreleri ile okuyucuyu büyülemekle kalmıyor, bir fıçı tarih şarabı gibi yavaş yavaş şehri okura büyülü bir anlatımla sunuyor. Gürkan Gürak tarafından edebiyat dünyasında çok da alışık olmadığımız bir tanıtım filmi bile çekilmiş İstanbul Hatırası'na.

Eğer iyi bir Ahmet Ümit takipçisiyseniz, günümüz İstanbul'unun en tarihi mekanlarıyla ve geçmişiyle bağıntılı gibi görünen bir dizi cinayetin faillerini arayan Komser Nevzat'ı, yine Ahmet Ümit'in kaleminden çıkmış çizgi roman "Komser Nevzat ve Maceraları" dizisinden de hatırlayabilirsiniz. Türk edebiyatının nadir polisiye yazarlarından biri olan Ahmet Ümit, her romanında okuyucuya otobüste, minibüste, serviste ayakta kitap okuyabilme yetisi kazandırmakla kalmayıp öyle bir tarih bilgisi sunuyor ve bilmediğimiz o kadar çok diyar gezdiriyor ki, Gülhane parkının girişinden Topkapı sarayına doğru çıkan, yakın zamanda restore edilen Soğuk Çeşme Sokak’ın kıymetini bilerek taşlarına basar oluyorsunuz. Yere Batan Sarnıcı sadece ortaokulda ziyaret ettiğiniz bir müze olmaktan çıkıp, Osmanlılarla Romalıların su içme alışkanlıklarının farklılıklarına bir kanıt oluyor artık sizin için.

İstanbul, İstanbul Hatırası'nın sayfalarını çevirdikçe değişiyor, derinleşiyor. Her taşından her toprağından altın değerinde bir tarih çıkıyor ve hiçbir yere eskisi gibi bakmıyorsunuz. Ayasofya yerli turiste girişi daha ucuz olan bir müze olma kimliğinden sıyrılıp, tarihin bir köşesinde başka bir Hürrem hikayesi misali, bir kadının aşkından sıyrılamayan Bizans hükümdarın yaptığı katliamın mabedi oluyor. Hal böyle olunca her sene milyonlarca turistin ziyaret ettiği Şehr-i İstanbul'da geçen bu roman şu anda İngilizceye de çevrilmekteymiş. Eğer bunu öğrenmeseydim bizzat kendisine ulaşmaya çalışıp bu konuda yalvarmayı planlamıştım. Hatta İstanbul mimarisi üzerine ders verilmekte olan tüm üniversitelere de bu roman hatırlatılmalı diye düşünüyorum.

Romana dönersek, okudukça ana karakter Nevzat'ın size de geçecek olan yaşanmışlıkla dolu kırgın halleri, fakat mesai vakti profesyonelliğinden asla taviz vermeyen hırsı o kadar gerçek ki... Roman karakterinin de böylesi makul aslında, gerçeğe en yakını, yer kubbede bir yansımasının muhakkak oluşu... Rakıyı sevmesi mesela... Mezeleri anlatırken ki iştahı. Bir akşamüstü Rum meyhanesinin bahçesine düşen akşam sefasını yaşarsınız adeta. Zeki Müren duyulur romandan yer yer. Dostluklara ve yitik aşklara içilen rakının bardağında yankı yapar. Sayfalar öyle gerçektir ki karakterlerle birlikte çakır keyif olursunuz. Ahmet Ümit'in tüm karakterleri hayatınızdan birisi olabilir, bu yüzden İstanbul Hatırasında Bzyantion imparatoru bile gerçeğin arasına masalsı bir anlatımla sıkışır ve bir imparatorun kudretiyle, günümüz şehir düşmanları iş adamlarının kudreti birbirine benzeyiverir aniden. Geçmiş günümüze karışır... Aynı topraklarda bin yıl önce yaşananlar, bugün yaşananlara paralellik göstererek "dün" bugüne ışık olur, yeri gelir cinayetlere ipucu olur.

Ahmet Ümit'in kaleminde Şehr-i İstanbul'umuz öyle güzel kıvrılmış ve tüm ihtişamını, endamını mısraların arasına öyle güzel saklamış ki, sadece polisiye değil şehre duyulan bir aşk hikayesi de anlatılmış, şehir de geçen aşklar da...

Kalemine sağlık Ahmet Ümit!

Hilal Sarı
DŞ 2003

--------------------





Geçmişini Arayan Adam (Sisler Sokağı) Eylül 2003 @istanbul

Aradan uzun yıllageçtikten sonra nmüştü sokağına. Bıraktığı her yeriher şeyi, herkesi, bıraktığı gibi bulmak gibbir umudu yoktu; ama bu kadarını da beklemiyordu doğrusu. Çocukluğunun en güzel günlerini geçirdiğidallarından meyveler sarkan ağaçlarla kaplı bahçe; güneşle birlikte açan ve bütün gün sokağı dolduran kokularıyla cânım çiçekler; şen çocuk kahkahalarının dallarda cıvıldaşan kuşların seslerine karıştığı canlı sokak şimdi yoolmuş; betonun soğuk yüzü ve göğe saldırır gibi yükselen binaların sevimsiz sessizliği çocukluğunu talan etmişti.

Doğduğu evi, gözlerindeki yaşlar içine akarken, kederle aradı; şimdi o aap, sevimli yapının yerinde çok katgeniş, çirkin bir bina yükseliyordu. Gizlice girerek bahçesindeki türlü  ağaçlara tırmanıp, iştahla meyvelerindeyerken, sahibinin şımla dışarı fırlayıp kovmaya kıyamağı, bunun yerine keyifle perdenin arkasından kendisingözetlediği o asil konak da yenilmişti zamana.

Belki tanıdık birini görebilme ümidi ile m evlerin camlarında gezdi gözleri; sokaktan geçenleri, kapılan önündlaflayan kadınları süzdü. Bütün yüzler yabancıydı; bütün perdeler kapalı.

Nereye gidecekti şimdi? Bu sokaktan başka hiçbir yerde varolmamıştı. Yok olmak için de buraya dönmüştü. Hangkapıyı çap kime ne diyecekti Son bir ümitle, sokağın ucundaki bakkaldoğru yürümeye başladı; korkuyordburada da hayal kıkğına uğramaktan.

Eli kapının tokmağına uzandığında yukarı kaldırdı başını o tanıdık Dost Bakkal tabelasını görmek in. Korktuğbaşına gelmhayalleri çabuk yıkılmıştı; şimdi o tabelanın yerinde bir başkası vardı  Yeni Market.
Ayakları yere bastıkça, altındakbeton yumamaya, çamura dönüşmeye başladı. Am attıkça gömülüyordu. Sonrçamur da beton da kayboldu, sis gibi, bulut gibi bir şeyin üzerinde, bastığı yeri hissetmeden yürüdüğünü şündüZemini algılayamamak bütün duyularını köreltmiş, ne yaptığını bilmez bir halde, tutunacak bir şey ararken boşluğdüştüğü hissine kapıldı.

Gözlerini aralayıp ne olup bittiğini anlamaya çaşırken, başına toplanmış kalabağın ayırdına vardı. Merakla onsüzüyorlar, yanına yaklaşmakla yaklaşmamak arasında kararsız, bekleşiyorlardı. Yav yav kendine geldiEtrafındakileri süzdü tek tek. Kalabalık sessizleşm, ona bakıyordu.Yerinden doğruldu, başından düşmüş şapkasını alıp tozunu silkeledi ve başına geçirdi. Yürümeye başladığındkalabak deniz anasının eteği gibi açılmış, ona yol veriyordu. Düşünceli, sessiz, üzgün; uzaktan maviliğingördüğü denize doğru rümeye başladı.Yürükçe, mavilik genişliyordu. Yürüdükçe dünya küçülüyordu.

Kadir Deni
DŞ '82

--------------------
Daçka Kültür Hareketi

Elinizde tutmakta oldugunuz bu fanzin, Daçka Kültür Hareketi’nin zihninden, kaleminden,
vizöründen ve fırçasından çıkmıstır. Daçka Kültür Hareketi, Darüssafakalıların hayat boyu ortak bir 
platformda kültür ve sanat adına üretmeye devam etmesini amaçlayan olusumumuz, hız
kesmeden devam ediyor.

Hepimiz biliriz ki Daçka'dayken sanat dallarından herhangi biriyle ugrasanların büyük çogunlugu 
mezun olduktan sonra, bu yeteneklerini bir kenara bırakmak durumunda kalırlar. Biz de önce 
düsündük, tasındık, sonra da bunu engellemek için bir platform olusturduk. Önce tiyatroyla ve 
fanzinimizle baslayacagız, daha sonra elimizden geldigince bütün sanat dallarını da kapsayarak 
büyük bir kültür hareketi olusturacagız. Önkosulsuz, Darüssafaka için Darüssafaka ile varım diyen, 
“sesimizi her platformda, medyada, okullarda, sergi salonlarında, konser mekanlarında, sahnede 
duyuralım, Darüssafakalı yetkinliginin ve aydın sorumlulugunun herkesçe duyulmasını saglayalım” d
iyen herkes bu hareketin dogal katılımcısı ve üreten beynidir.

Hareketimizin dayanak ve umut noktası birçogumuzun hayatında en önemli yeri kaplayan ve
vizyonumuzun ana kahramanı olan Darüssafaka'ya üreterek katkıda bulunmaktır. 
Her yerdeyiz. Sokakta, evde, isyerinde, otobüste, okulda, meyhanede, tiyatroda, denizde,
bankada, borsada, sinemada, yol kenarında, her yerde! Tekrar paylasmanın ve bir arada bir araya 
gelip üretmenin vakti geldi de geçiyor

Her Cumartesi gerçeklestirdigimiz toplantılarımıza sizi de bekliyoruz. Olusumumuza güç katmak 
için, özlem gidermek, muhabbet etmek, düsünmek, tartmak ve tartısmak için, bulusmalarımıza 
tüm üretken ve üretmeye can atan, yazan, çizen, söyleyen, düsünen, bakan ve gören 
mezunlarımızı, agabeylerimizi, ablalarımızı, dostlarımızı, kardeslerimizi aramızda görmek istiyoruz.

Sevinçliyiz, büyüyoruz.
DAÇKA KÜLTÜR HAREKETI
dackakulturhareketi@gmail.com

Daçka Kültür Sanat, bir Daçka Kültür Hareketi fanzinidir. 

Katkılarından dolayı teşekkür ettiklerimiz,
Burhan Kum DŞ '81 (kapak - Aya Sofya: Aydınlanma Çağı, 2006)
Ceren Pınar Tolunay- Fahri DŞ'lı (sayfa tasarımı)
Emre Can Adıyaman DŞ 2012 (Stars of Istanbul - Stars of People tasarımı)
Emre Coşar DŞ 2002 (şiir)
Emre Sarı DŞ 2007 (yazı)
Erhan Çekiç DŞ ’93 (güfte)
Fati Ürkündağ DŞ 2005 (şiir)
Fikret Dündar DŞ ’60 (şiir)
Gizem Balkan DŞ 2009 (fotoğraf)
Hilal Sarı DŞ 2003 (editing, yazı, fotoğraf,)
Kadir Deniz DŞ ’82 (şiir, öykü)
Merve Acar DŞ 2012 (Stars of Istanbul - Stars of People tasarımı)
Süleyman Özcan DŞ ’93 (şiir, yazı)
Ulaş Başar Gezgin DŞ ’96 (şiir)